2024: En büyük seçim yılında dünya nasıl değişti?

“`html

Afşin Yurdakul

2024, seçimlerin yoğun bir şekilde yaşanacağı bir yıl olacak.

Dünya genelinde önümüzdeki dönemi şekillendirecek 60’tan fazla seçim süreci, sağ ve sol popülizmin artışına tanıklık etti. Bu süreç, demokrasiler ile otoriter yönetimler arasında bir dalgalanma yarattı.

Seçmenler, dünya genelinde mevcut hükümetlerin performansını sorguladı.

Kasım’daki ABD başkanlık seçimleri, bu durumu gözler önüne seren en çarpıcı örneklerden biriydi.

Cumhuriyetçi aday Donald Trump, göç, ekonomi ve kültürel tartışmalar gibi geniş bir sorun yelpazesini kullanarak ikinci kez seçildi.

Cumhuriyetçilerin Beyaz Saray ve Kongre’yi kazanmasıyla birlikte ABD’de sağ yönelim güçlendi.

Pew Araştırma Merkezi tarafından 24 ülkenin katılımıyla yapılan bir anket, seçmenlerin mücadelesine dair önemli veriler sağladı.

Katılımcıların ortalama %59’u, demokrasinin işleyişinden memnun olmadıklarını ifade ederken, kendilerini herhangi bir parti tarafından temsil edilmeyenlerin oranı da %42 olarak belirlendi.

Seçmenlerin “duyulmadığını” düşündüğünü ifade edenlerin oranı ise %74’tür. Bu durum, seçilen yetkililerin seçmenlerin düşüncelerine yeterince önem vermediği algısını ortaya koyuyor.

Keir Starmer, 2010’dan bu yana İşçi Partisi’nin lideri olan ilk isimdir.

Diğer ülkelerde de benzer sıkıntılar yaşayan seçmenler, farklı siyasi seçeneklere yönelmiş durumdadır.

Örneğin İngiltere’nin Temmuz ayında aldığı seçim sonuçlarında, Muhafazakarlar önemli kayıplar yaşarken sol görüşlü aday Keir Starmer başbakanlık koltuğuna oturdu.

Fransa ve Almanya’daki siyasi istikrarsızlığın aşırı sağın güçlenmesine neden olduğu belirtilmektedir.

Bilgi Üniversitesinden Prof. Dr. Emre Erdoğan, seçmen tepkilerini anlamanın kritik öneme sahip olduğunu vurguluyor.

Erdoğan, “Demokrasinin işleyişi noktasında esas sıkıntının, vatandaşların yönetimle olan bağı koparması” olduğunu belirtiyor. “Herkesin demokrasiye sahip çıkma isteği var, yerine otoriter bir yönetim istemiyorlar,” diyerek ekliyor.

Ekonominin seçimlere etkisi ne oldu?

Pek çok ülkede, mevcut yönetimlerin seçim kaybetmesi ya da desteğin azalması, toplumların mevcut duruma karşı tepkisi olarak yorumlanıyor.

ABD’de Demokrat Parti’nin durumu, bu eğilimi anlamak için oldukça anlamlı bir örnek teşkil ediyor.

2024 seçimlerinde Amerikan seçmanının en çok merak ettiği konuların başında ekonomik durum, hayat pahalılığı ve güvenlik meseleleri bulunmaktaydı.

Covid-19 pandemisinin etkilerinin ardından, Biden yönetiminin ekonomi politikaları, ekonomik krizi kontrol altına almaya çalıştı.

Amerika’da Haziran 2022’de %9.1’e ulaşan enflasyon, Ekim 2024 itibarıyla %2.6’ya düşürüldü. Ancak bu düşüş, hanelerin satın alma gücüne yansımadı.

Kamala Harris ve Joe Biden’ın ekonomi politikalarının seçim sonuçları üzerindeki etkisi dikkat çekiyor.

ABD merkezli Bankrate tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Biden’ın Ocak 2021’den Haziran 2024’e kadar görevi süresince fiyatlar %20 artış gösterirken, işçi ücretleri %17.4 oranında yükseldi. Bu durum, işçi ücretlerinin fiyat artışlarının gerisinde kaldığını gösteriyor.

Sonuç olarak, hanelerin alışveriş sepetleri giderek daha az dolmaya başladı.

Alım gücündeki azalma ve Harris’in ekonomik konulardaki yetersizliği, Trump’a avantaj sağladı.

Trump, sık sık ekonomik düşüşleri dile getirerek, geleneksel olarak Demokrat Parti’ye yakın olan işçi sınıfının oylarını kazanmayı başardı.

American National Election Studies ve Edison Research’ün bulgularına dayanan bir çalışmaya göre, son 50 yılın ardından düşük gelirli seçmenlerin Demokrat Parti’den uzaklaşarak Cumhuriyetçilere yöneldiği gözlemleniyor.

2024 seçimlerinde öne çıkan sosyoekonomik faktörler, uzun bir süredir tartışma konusu olmuştu.

Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dani Rodrik, Biden’ın 2020 seçimlerindeki sıkıntılarından sonra yazdığı makalede, Demokrat Parti’ye 2024 için önemli ikazlar yapmıştı.

Rodrik, Trump’ın yargı süreçlerine ve pandemiyi yönetimindeki hatalarına rağmen oyunu artırmasının nedenlerine ışık tutarak, Demokrat Parti’nin 2024’te zor bir dönem geçirebileceğini belirtmişti.

Kaynak dağılımı ve popülizm üzerine analizler yapan Prof. Emre Erdoğan, Trump’ın memnuniyetsizliği iyi bir kampanya malzemesine dönüştürdüğünü vurguluyor.

Arjantin’de Javier Milei, seçim kampanyası sürecinde testere ile dikkat çekti.

Elon Musk ile Cumhuriyetçi Vivek Ramaswamy’nin önderliğinde kurulan Hükümet Verimliliği Bakanlığı “DOGE” da bunun etkileyici örneklerinden biridir.

Erdoğan, deregülasyonun ABD’de “sihirli bir kelime” haline geldiğini belirtiyor: “Trump’a göre hükümet çok büyük ve fazla harcama yapıyor, sadece kendi çıkarlarını gözetiyor.”

Erdoğan’ a göre, “Halkın vergilerinin israfı” gibi argümanlar sadece ABD’de değil, dünya genelinde yankı bulabilmektedir.

Arjantin lideri Javier Milei de bu konuda dikkate değer bir örnek. 2023 seçimlerinde, gereksiz harcamaları kesme vaadiyle kampanya yürütüp, hükümet bürokrasisinin sayısını 18’den 9’a düşürerek binlerce çalışanı işten çıkardı.

Erdoğan, eğer DOGE gibi modeller ve Milei gibi liderler başarılı olursa, bu tür uygulamaların diğer demokrasilere örnek oluşturabileceğini savunuyor.

Kadın seçmenlerin seçime olan dahilleri nasıl şekillendi?

2024 yılı seçimlerinde kadın adayların performansı, demokrasilerin durumu açısından önemli bir gösterge oldu.

İsveç merkezli Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardımı Enstitüsü’ne göre, Meksika, Namibya ve Kuzey Makedonya, tarihinde ilk kez bir kadın lider seçerken; İzlanda ve Moldova’da da kadınlar başkanlık görevini devraldı.

Ancak enstitüye göre, Kasım sonuna kadar gerçekleştirilen 30 başkanlık seçiminin yalnızca 13’ünde kadın adaylar yarıştı.

Bu adaylar arasında en dikkat çekeni, ABD’deki Demokrat aday Kamala Harris oldu.

Kürtaj ve üreme hakları gibi konular, Trump’a yönlendirilmiş cinsel taciz iddiaları Harris için bir avantaj sağladı.

Seçim öncesindeki anketlerde kadınların Harris’e, erkeklerin ise Trump’a yönelme eğiliminde olduğu görünüyordu.

ABC çıkış anketlerine göre, 5 Kasım’daki seçimlerde erkeklerin %55’i, kadınların ise %45’i Trump’a oy verdi.

Ancak Rutgers Üniversitesi Amerikan Kadın ve Siyaset Merkezi , kadın ve erkek seçmenler arasındaki oy farkının, geçmiş seçimlere kıyasla değişmediğini belirtiyor.

Trump, Kuzey Carolina’da kadın destekçilerini selamlıyor.

South Dakota Üniversitesinden Prof. Evren Çelik Wiltse, eğitimli ve kariyer sahibi Cumhuriyetçi kadınların sandıkta Harris’i destekleyeceğine dair öngörülerin, Harris’in Biden’dan daha düşük oy almasının sebeplerinin doğru analiz edilememesine neden olduğu görüşünde:

Wiltse, “Kadın seçmenlerin tek tip davranış sergileyeceği düşüncesi yanlıştı ve nuans gözden kaçtı,” diyor.

ABD’deki cinsiyet dinamikleri, toplumun dönüşümü hakkında önemli ipuçları sunuyor ve diğer ülkelerde yaratabileceği etkiler üzerinde de duruluyor.

Özyeğin Üniversitesi/Harvard Weatherhead Center’dan Prof. Evren Balta, bu seçimlerde “kadın-erkek çatışması” kavramının ekonomik boyutunun da bulunduğunu hatırlatıyor.

Kadınların iş gücüne katılmasının bakım maliyetlerini artırdığını belirten Balta, “Parasız bakım hizmetlerinden, devletin sağlamakla yükümlü olduğu bakım hizmetlerine geçiş var. Cinsiyet meselesi ‘kültür çatışması’ gibi görünse de gerçekte sosyal adalet adına önemli bir ekonomik mücadele var,” diyor.

Balta’ya göre, Amerikan sağının ve Elon Musk gibi figürlerin bu durumu vurgulaması, kadınların kamusal hayattaki varlığının sosyoekonomik sonuçlarının diğer demokrasileri etkileyeceğini gözler önünde bulunduruyor.

Balta, “Avrupa sağının doğurganlık oranlarının düşüşünü bir demografik tehdit olarak gördüğü ve bu söylemi aktif olarak kullandığı” bilgisini veriyor.

Avrupa’da bir ‘Trump etkisi’ mi var?

ABD’deki sağa kayış hareketinin Avrupa üzerindeki etkileri, yalnızca toplumsal cinsiyet eşitliği tartışmaları ile sınırlı kalmıyor.

Trump’ın zaferi İtalya, Macaristan, Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde popülistleri sevindirirken, Avrupa’nın geleceğini belirleyecek olan asıl meseleler yapısal sorunlar olacaktır.

Viyana merkezli The Institute for Human Sciences-IWM’den siyaset bilimci Soli Özel, Avrupa’nın siyasi ve ekonomik sorunlarının sürdürülmesinin, burada popülist siyasete daha fazla alan yaratabileceğini belirtiyor.

Özel, Almanya ve Fransa gibi güçlü ekonomilere sahip olmasına rağmen Avrupa’nın dünya ekonomisindeki payının azaldığını ifade ediyor. 1990’da bu oranın %28 civarında iken, 2023’te %14’e düştüğüne dikkat çekiyor.

İkinci Trump döneminde Washington’dan gelecek baskılar, Avrupa’nın savunma politikaları üzerine belirsizlik yaratıyor.

Özel, “Avrupalıların güvenlikleri açısından daha kararlı adımlar atmaları gerekecek,” diyor. ABD’nin NATO’dan çıkmasına dair bir düşüncesi yok ama Trump’ın AB ülkelerinin daha fazla harcama yapmasını isteyeceğini tahmin ediyor.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban, ortak bir AB Zirvesi’nde bir araya geldi.

AB genelinde de demokrasi zorluklarla karşılaşabilir.

Örneğin Romanya’da Rusya’nın müdahalesi nedeniyle ilk turu iptal edilen cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik Brüksel’in tepkisi izlenecek olan bir durumdur.

Özel, “(Kendi stres testleriyle) yüzleşmeyen bir Avrupa’nın, dünyanın geleceğinde önemli rol oynaması mümkün değildir.” diyerek, yapısal sorunların “sağ popülizmin yükselmesine zemin hazırlayabileceğini” dile getiriyor.

Farklı ülkelerde sağ popülist liderlerin seçim zaferi ve yönetim sorumluluğu, ilerleyen dönemlerde büyük bir önem taşımaktadır.

Bu eşiğin bir an önce aşılması halinde, “yeni bir merkez inşası” başlayabilir.”

Popülist politikaların performansı ne olacak?

Birçok ülkede mevcut duruma olan eleştiriler popülist hareketleri güçlendirmiş olsa da, bu yaklaşımların kalıcı ve kapsayıcı çözümler sunmada ne derece etkili olacağı zamanla belli olacaktır.

Prof. Evren Çelik Wiltse, popülist atmosferi destekleyen sosyal bölünmelere dikkat çekiyor ve akademik tartışmaların bazen geride kalabildiğini vurguluyor:

“Birebir bu konuları ele alan az sayıda araştırmacı dışında, entelektüel camia bu kadar geniş ve ulusal popülizmi anlamakta zorlanıyor. Örneğin dinin toplumsal bir işlevi ve insanlar üzerindeki etkileri gözden kaçıyor,” diyor.

ABD seçimleri öncesinde öne çıkan, şehir ve kırsal alanlar arasındaki siyasi farklılıklar da dikkat çekiyor. Wiltse, “Kırmızı Amerika ve mavi Amerika’nın birbirine tamamen kapandığını” ifade etmekte.

Farklı ideolojik yönelimlerin temelinde “hayat alanları ve yaşam tarzlarının” sadece ayrışmasına değil, aynı zamanda çatışmaya da neden olduğunu belirtiyor. “Bu kutuplaşma tehlikeli bir boyuta ulaştı,” diyor.

Belirsizliklerin fırsata dönüşebilir mi?

Prof. Emre Erdoğan, 2024 seçimleriyle birlikte dünya genelinde daha belirgin hale gelen bu karmaşıklıktan çıkışın kolay olmayacağını düşünüyor.

Küresel ısınma, göçler ve savaşlar gibi meselelerin, önümüzdeki yıllarda da zorluklarla devam edeceğini vurgulayan Erdoğan, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşların meşruiyetlerinin de sorgulandığı bir dönemde bulunulduğunu belirtiyor.

Erdoğan, “1945’te Bretton Woods sistemini kuran aktörlerin” mevcut tablo itibarıyla bulunmadığını ve liderlik, vizyon eksikliğinin sorun oluşturduğunu ifade ediyor.

Trump ve Musk’ın neoliberal politikalarının başarılı olmasının, diğer ülkeler üzerinde de etkili olabileceğini ekliyor.

ABD seçimlerinden önce demokratik değerleri destekleyen bir protesto.

Kimilerine göre, bu belirsizlik dönemi, demokrasiler için yeni fırsatlar da doğurabilir.

Endişeli olmakla birlikte, Prof. Evren Balta, ABD’nin Trump döneminde “demokrasiyi ihraç eden bir ülke olma iddiasından vazgeçebileceğini” belirtiyor. Diğer ülkelerle “demokratik koşullara dayalı ilişki kurmamanın” önemli bir potansiyel yaratabileceğini vurguluyor.

“Soğuk Savaş dönemlerinde olduğu gibi, yerel demokrasileri bastıran bir Amerika yok. Sonuç olarak, artık ulusal düzeyde bir otonomi mevcut,” değerlendirmelerini yapıyor.

Bu durumun, Türkiye gibi orta büyüklükteki ülkeler üzerindeki etkileri önemli. Balta, “Demokrasinin sadece Batı’dan gelmeyeceği, yerelde özgün bir demokratik ortamın yaratılabileceği” görüşünde.

Gelecek siyasi dönemde etkili olacak 2024’ü geride bırakırken, toplumlar, demokrasi bardağının doluluğu ya da boşluğu konusunda kendi kararlarını verecek.

“`

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir